[rt_reading_time label="Okuma Süresi:" postfix="Dakika" postfix_singular="Dakika"]

Olumsuz Uyarlama Kaydı Bulunan Sözleşmelerde Uyarlama Talep Edilebilir mi?

Yazarlar: KERİM KOCAMAN, MELİSA DURU, SEZAİ ÖZKAMALI
Olumsuz Uyarlama Kaydı Bulunan Sözleşmelerde Uyarlama Talep Edilebilir mi?

Menfi İntibak Kaydı Bulunmasına Rağmen Uyarlama Talebinde Bulunulabilir mi?

Sözleşme hükümlerinde taraflarca kararlaştırılmış olan koşul ve şartlar, taraflarca öngörülemeyen şekilde değişebilmekte ve bu değişen koşul ve şartlarda da sözleşme taraflarından bazıları için sözleşmede üstlenmiş olan edimleri ifasının gerçekleştirilmesi güçleşebilmektedir. İşbu öngörülemeyen hallerde sebebiyle üstlendiği edimi ifa edemeyecek olan taraf uyarlama denilen müessese ile üstlendiği edimde değişiklik yapılmasını talep edebilmektedir. Bu çalışmamızda akdedilen sözleşmeler de “Menfi İntibak Kaydı / Olumsuz Uyarlama Kaydı Bulunmasına Rağmen Uyarlama Talebinde Bulunulabilir mi?” hususu irdelenecektir.

İşlem Temelinin Çökmesi ve Uyarlama Talebi

Sözleşmeler Hukuku’nun temel ilkesi “pacta sund servanda” olarak da isimlendirilen ahde vefa ilkesidir. Bu ilkeye göre sözleşmenin kurulduğu şartlara uygun şekilde bir ifa gerçekleştirilmelidir. Ancak bazı durumlarda sözleşmenin kurulma aşamasında kararlaştırılmış koşullar, taraflarca öngörülmesi mümkün olmayan bir şekilde ve bir taraf aleyhine katlanılamayacak ölçüde değişebilmektedir. Bu durumda taraflardan ilk taahhütlerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını beklemek Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinde tanımlanan dürüstlük kuralına uygun düşmeyecektir.

Uygulamada özellikle yabancı para kurlarındaki dalgalanmalar, savaş, ekonomik kriz veya idari uygulamalar sonucu ifanın güçleşmesi gibi durumlar sözleşmelerin mevcut duruma uyarlanmasını zaruri bir hale getirmektedir. Ahde vefa ilkesinin dayanağı olan dürüstlük kuralı, işlem temelinin çökmesi ve sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus) teorisini doğurmuştur. Sözleşmenin kurulması aşamasında mevcut olmayıp sonradan ortaya çıkan nedenler dolayısıyla taraflardan sözleşme kapsamındaki edimlerini aynen ifa etmelerinin beklenemeyeceği durumlarda, işlem temelinin çöktüğü kabul edilmektedir.

Yargıtay’ın bir kararında işlem temelinin çökmesi; “Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişimler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının önemli ölçüde güçleşmesi durumunda “İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKMESİ” gündeme gelir. İşte bu durumda hâkim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve sözleşmeye müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar.” leklinde ifade edilmiştir.

Uyarlama Talebinde Bulunabilme Şartları

Sözleşmelerin uyarlanmasına ilişkin ilk genel düzenleme 2012 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) md. 138 ile getirilmiştir. Bu düzenlemeye göre sözleşmelerin uyarlanabilmesi için gereken şartlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Sözleşmenin kurulması aşamasında taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenemeyecek olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
  • Bu durum borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkmalıdır.
  • Sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olan şartlar borçludan ifanın istenmesini dürüstlük kuralına aykırı düşürecek ölçüde değişmelidir.
  • Borçlu borcunu henüz ifa etmemiş veya aşırı ifa güçlüğünden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
  • Kanunda veya sözleşmede değişen koşullara ilişkin herhangi bir hükmün bulunmaması gerekir.

Yukarıda sayılan şartlar gerçekleştiği takdirde; borçlu hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün değilse sözleşmeden dönme hakkına sahip olacaktır. Sözleşme tarafları belirli konularda ortaya çıkabilecek durum değişikliği ihtimalini düşünerek koşulların öngörülemeyecek şekilde değişmesi halinde ne yapılacağı ve ne şekilde hareket edileceğine dair sözleşmede olumlu veya olumsuz uyarlama kaydına yer verebilirler.

Sözleşmenin kurulmasından sonra koşulların değişmesi halinde dahi sözleşmenin aynen devam edeceğini ve bu hususta sözleşmede herhangi bir değişiklik yapılamayacağını kayıt altına alan hükümler olumsuz uyarlama hükümleridir. Sözleşmede kararlaştırılan olumsuz uyarlama hükümleri sözleşmede mevcut bulunan riskin, sözleşmenin tek bir tarafına yüklenmiş olduğunu göstermektedir. Sözleşmedeki bu gibi kayıtların değerlendirilmesi, hakkın kötüye kullanılması yasağı ve dürüstlük kuralı sınırları içerisinde değerlendirilecektir.

Sözleşmede, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasına engel olan bir hükmün yer almasına rağmen bazı durumlarda hakkaniyet, bu hükme uyulmasına engel olabilmektedir. Diğer bir deyişle taraflar sözleşme ile riskin tamamının bir tarafa yükletilmesine karar verebilse de bu noktada sınır dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı olacaktır.

Korona virüs salgını gibi sosyal bir felaket halinde tüm riskin bir tarafta kalması adil olmayacağından sözleşmenin bütünü ve konusu dikkate alınarak somut olaya göre değerlendirmek gerekmektedir. Örneğin şehir içindeki bir binanın süpermarket olarak işletilmek üzere kiralanmasına ilişkin bir kira sözleşmesinde, sözleşmenin her ne sebeple olursa olsun on yıldan önce feshedilmeyeceğine dair bir hüküm bulunduğu fakat sonrasında idare tarafından süpermarketlerin şehir içinde faaliyet gösteremeyeceklerine ilişkin bir düzenleme yapıldığı düşünülürse sözleşmedeki olumsuz uyarlama hükmünün hakkaniyete aykırı sonuçlara sebep olacağı açıktır.

Örnekte olduğu gibi sözleşme yapılırken taraflarca öngörülen durumların sınırlarını çok aşan gelişmelerin meydana gelmesi ve bunun üzerine alacaklı tarafından olumsuz uyarlama kaydının ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanımını teşkil edebilmektedir. Doktrinde genel olarak uyarlamanın yapılabilmesinin tarafların bu konuya ilişkin herhangi bir belirleme yapmamış olmasına bağlı olduğu kabul edilmekle birlikte Yargıtay tarafından verilmiş olan kararlarda TMK Md. 2’deki dürüstlük kuralı gereğince bu düşüncelerden uzaklaşıldığı görülmektedir.

Yargıtay’ın 2012 yılından önceki görüşleri de 2012 yılından sonraki görüşleri de sözleşmede uyarlama yasağı bulunmasına rağmen edimler arası oransızlığın dürüstlük kuralına aykırılık doğurması halinde uyarlama yapılabileceği yönündedir: “Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep etmek MK. md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılması manasına gelebilir. Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak M.K. nun 1, 2 ve 4 ncü maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur.[1]

Sonuç olarak her ne kadar sözleşme şartlarının tarafların öngöremeyeceği bir biçimde ve esaslı surette değişmesi halinde uyarlama mekanizmasının işletilebilmesi için tarafların uyarlamayı yasaklamamış olması gerektiği doktrinde kabul edilse de Yargıtay vermiş olduğu muhtelif kararlarda uyarlama yasağının da dürüstlük kuralı temelinde yeniden değerlendirilerek geçersiz sayılabileceğine hükmetmiştir. Bu yönde verilen kararlar göz önüne alındığında Yargıtay’ın uyarlama yasağı kayıtlarına geçerlilik tanımama eğiliminde olduğu söylenebilir. Ayrıca sözleşmedeki uyarlama kayıtlarının emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine aykırı olmaması gerektiği, kişilik haklarını ihlal etmemesi ve imkansız olmaması gerektiği de belirtilmelidir.

Yargıtay başka bir kararında ise davacının tacir olduğu bu sebeple “basiretli bir tacir gibi davranma” yükümlülüğü gereğince uyarlamanın şartlarından olan öngörülemezlik unsurunun gerçekleşmediğini belirtmiştir.[2]

Yargıtay’ın bu tutumu soyut bir değerlendirme yapılması ve sözleşme tarafının öznel özelliklerinin dikkate alınmaması sebebiyle eleştirilmektedir. Kişinin sadece tacir olması nedeniyle uyarlama talebinin reddedilmemesi gerektiği, somut olay bakımından o durumdaki başka bir tacirin de durum değişikliğini öngöremeyeceği sonucuna varılıyorsa öngörülemezlik şartının oluştuğunun kabulu gerektiği belirtilmektedir. Öngörülemezlik unsuru aranırken, yapılacak soyut değerlendirmede öznel özelliklerin ve durumun gereklerinin yardımcı ölçütler olarak dikkate alınması gerekmektedir. Öngörülemezlik değerlendirmesi yapılırken sözleşmenin kurulması anındaki koşullar dikkate alınarak, durumun öngörülemezliği değil, değişen durumun sözleşmeye etkisinin öngörülemezliğini aramak gerekmektedir.

Sözleşme taraflarının özelliklerini daha objektif bir çerçevede değerlendirmemizi sağlayan ilk unsur, sözleşenin davranışının aynı meslek çevresince nasıl karşılandığı olacaktır. Eğer sözleşmenin kurulmasından sonra yaşanabilecek gelişmelere ilişkin sözleşenin göstermiş olduğu dikkat ve özen, kendi meslek çevresince makul karşılanabiliyorsa bu durumda sonradan ortaya çıkan olayın öngörülemez olduğundan bahsedilebilecektir.

Yargıtay sözleşmenin uyarlanmasında, tarafların tacir olup olmamasına göre öngörülemezliği farklı değerlendirmelere tabi tutmuştur. Tacirlerin basiretli davranma yükümlülüğünden hareket eden Yargıtay, tacirler için uyarlamayı sıkı şartlara bağlamaktadır. Kuşkusuz tacirler, diğer kişilere göre sözleşme ilişkilerinde daha tecrübeli olduğundan akdedilen sözleşmelerde daha dikkatli ve özenli olmalıdırlar. Ancak sözleşme tarafının tacir olması tek ölçüt olmamalıdır. Bunun yanında tacirin içinde bulunduğu durum, karar verme aşaması ve durumun gerekleri de göz önüne alınmalıdır. Tarafların ekonomik durumunun, öngörülemezliğin belirlenmesinde ne ölçüde etkili olduğu ya da etkili olmasının gerekip gerekmediği hususu tartışmalıdır.

Bir görüşe göre daha fazla ekonomik güce sahip olan tarafın daha fazla riski üstlendiği karine olarak kabul edilmelidir. Yargıtay’ın da bu yönde vermiş olduğu kararlar mevcuttur.[3]

Daha makul olarak görülen bir diğer görüşe göre ise yalnızca tarafların ekonomik gücü esas alınarak riskin üstlenildiği sonucu çıkarılamaz. Zira bir tarafın diğerine nazaran daha fazla ekonomik güce sahip olması onun ancak değişen şartları öngörmesine yardımcı olacak bir özellik olsa da öngörülemezliği tamamen ortadan kaldıracak bir unsur değildir. Ayrıca işlem temelinin çökmesi teorisi doğrudan zayıf tarafı koruma amacına hizmet etmeyip dolaylı yoldan bunu sağlamaktadır. Bu sebeple ekonomik güce sahip tarafın sadece bu niteliğinden dolayı uyarlama talep edemeyeceği anlayışı sözleşme adaletine hizmet etmemektedir.

Tacirin durum değişikliğini öngörü eşiği ile ilgili temel hareket noktası Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 18/2’de düzenlenen “Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir” hükmüdür.

TBK m. 138’da yer alan hüküm, ticari ilişkilere de uygulanacak genel nitelikte bir hüküm olması sebebiyle tacirler de sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasını talep edebilirler. Ancak basiretli iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğü öngörülebilirlik ölçütünü ve risk eşiğini tacir olmayanlara göre bir adım yukarı taşımaktadır. Örneğin kiracı veya kiraya veren tacir de olsa işyeri kiralarına ilişkin sözleşmeler de uyarlanabilmelidir.

Sözleşmesinin uyarlanabilmesi için durum değişikliğinin ortaya çıkması yetmez, böylesi bir değişikliğin ifanın kararlaştırıldığı şekilde beklenmesini dürüstlük kuralına aykırı bir hale getirmesi gerekmektedir. İfanın beklenemezliği başka bir deyişle durum değişikliğini riskine kimin katlanacağı belirlenirken, sözleşmesel risk kuralları öncelikle dikkate alınacak olsa da olumsuz uyarlama hükümlerinin varlığı halinde olumsuz uyarlama hükümleri de TBK m. 138 uyarınca uyarlanabilir.

Yine de böylesi hükümlerin var olduğu bir sözleşmenin risk eşiği çok daha yüksek olacaktır. Sonuç olarak uyarlama yasağı bulunan sözleşmeler de dürüstlük kuralına aykırılık oluşturan hallerde uyarlanabilmektedir. Ancak borçlu tarafın tacir olduğu hallerde, tacirlerin basiretli iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğü gereğince öngörülemezlik hali çok daha dar yorumlanacaktır. Buna rağmen hukukun genel kuralları gereğince tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın sözleşmelerde uyarlama yapılabilmektedir. Tarafların niteliği ise yalnızca üstlenilen bu risk eşiğinin belirlenmesi noktasında dikkate alınacaktır.


Detaylı bilgi için ekibimizle iletişime geçebilirsiniz.

Anahtar Kelimeler: Menfi İntibak Kaydı, Menfi İntibak Kaydı Bulunan Sözleşmelerde Uyarlama Talebi, Olumsuz Uyarlama Kaydı, Olumsuz Uyarlama Kaydı Bulunan Sözleşmelerde Uyarlama Talebi, Olumsuz Uyarlama Kaydı Bulunan Sözleşmelerde Uyarlama Talep Edilebilir mi?, Menfi İntibak Kaydı Bulunmasına Rağmen Uyarlama Talebinde Bulunulabilir mi?, Olumsuz Uyarlama Kaydı ve Uyarlama Talebi.


Kaynakça

  • [1] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1998/13-815 E. 1998/835 K.- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1992/13-360 E. 1992/425 K.- Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2002/4314 E.2002/5683 K.- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2012/22344 E. 2012/36304 K.- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi E. 2013/16898
  • [2] Yargıtay 11. H. D. 17/11/2003 tarihli, 2003/3979 E., 2003/10988 K. Sayılı ilamı.
  • [3] Y. 11. HD., 02.06.2003 T., 2003/1705 E., 2003/5811 K. sayılı kararında yayın sözleşmesinde yayın bedeline ilişkin uyarlama talep eden yayımcının talebi sözleşmenin güçlü tarafını oluşturmasından ötürü reddedilmiştir.