HUKUK & DANIŞMANLIK
Deprem Sonrası Yıkılan Binalarda Müteahhidin Cezai Sorumluluğu Nedir?
Deprem sonrası yıkılan binalarda müteahhidin cezai sorumlulukları, bu sorumlulukların yasalara uygun bir şekilde nasıl cezalandırılması gerektiğini ve cezai sorumluluğun boyutlarını makalemizde sizler için açıkladık.
Depremde Yıkılan Binalarda Müteahhidin Cezai Sorumluluğu var mı?
Ülkemizin konumu, içinde bulunduğu deprem kuşağı ve bu coğrafyada sürekli olarak depremlerle beraber yaşanması gibi bilinen gerçekler dikkate alındığında; deprem olgusuna göre ve bu olgunun gerektirdiği kurallara uygun yapılaşma zorunludur. Bir yapı için; plan ve projenin hazırlanması, özellikle statik hesapların sağlıklı yapılması, bu plan ve projeye uygun olarak, kalite ve miktar bakımından ve uygun malzeme kullanılmak suretiyle inşa edilmesi ve bu hususların yürürlükte olan mevzuata uygunluğunun denetlenmesi gereklidir. Bu silsile içerisindeki kişi veya kişilerin yapının yıkılmasına etkisi bulunan kusurlu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulacakları kuşkusuzdur.
Ülkemizde, özellikle 1999 yılında 3 ay arayla gerçekleşen Gölcük ve Düzce depremleri akabinde yüzlerce evin yıkılması sonrasında vatandaşlar haklarını aramak için gerek hukuk gerekse ceza yargılamasında bu haklarını arama yoluna girişmişlerdir. 06.02.2023 sabaha karşı 04:17 sularında Kahramanmaraş-Gaziantep’te yaşanan ve civar illeri etkileyen deprem ile aynı gün 13:24’te gerçekleşen ikinci deprem nedeniyle çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiş olup; enkaz kurtarma çalışmaları halen daha devam etmektedir.
Harici bir olay olan depremin illiyet bağını kesecek derecede kaçınılmazlık hali sayılarak ceza sorumluluğunu bertaraf edebilmesi için; oluşan zarar sonucu insan faktörünün etkilememesi, yani yapının kurallara uygun olarak yapılması ve sonradan değişiklikte bulunulması halinde de bu değişikliklerin statik değerlere aykırı ve esaslı müdahale niteliğinde olmaması gereklidir.
Deprem etkisiyle yıkılma halinde, yıkımda etkili derecede kusurlu eylemi bulunanların; mevcut aykırılığı giderebilmek yönünden hukuken sorumluluklarının bulunduğu dönemde zararlı sonuç meydana gelirse, bu sonuç ile alakalı olarak cezai sorumlulukları söz konusudur. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK), hayata ve vücut dokunulmazlığına karşı suçlar düzenlenmektedir. Bu suçların kasten veya taksirle gerçekleşmesi mümkündür. Nitekim, taksirin cezalandırılması için, suçun taksirli halinin düzenlenmiş olması zorunludur. Kast, doğrudan kast ile olası kast şeklinde oluşabilecekken taksir de basit taksir veya bilinçli taksir olarak oluşabilir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Olası kast ise; failin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesi halinde söz konusu olacaktır. Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Bilinçli taksir ise, kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın neticenin meydana gelmesi halinde söz konusu olacaktır.
Bu makalede anlatılacak olan husus, depreme dayanıklı olmayan binayı inşa eden müteahhitlerin ve diğer ilgili kişilerin cezai sorumluluğudur. Hukuki sorumluluk ise Türk Borçlar Kanunu (TBK) madde 74 uyarınca cezai sorumluluğun haricinde tespit edilmekte olup hukuk hakimi ceza mahkemesinin kararı ile bağlı değildir.
Yaşanan Yıkımlar Sonucu Oluşabilecek Suçların Değerlendirilmesi
Kimsenin ileride insanların öleceğini planlayarak bir inşaata girişmeyeceği varsayımı ile birlikte; çalışmamızda doğrudan kast ile öldürme halinden bahsedilmeyecektir. Kanaatimizce depremde yıkılan evlerin inşasından ve denetiminden sorumlu kişiler, kastları ve illiyet bağı uyarınca ihmalen öldürme, taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçları uyarınca sorumlu olabilecektir.
“İhmalen Öldürme” TCK m. 83 hükmünde düzenlenmekte olup; kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.
İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;
- Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,
- Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekir.
İcrai davranış, bir kişinin harekette bulunması sonucunda bir neticenin meydana gelmesidir. İhmali davranış ise bir kişinin harekette bulunmaması sonucunda bir neticenin meydana gelmesidir. Buna göre, müteahhitin ve inşaatta görevli olan diğer kişilerin kasten binanın inşaatında, binanın yıkılmasını önleyici faaliyetlerde bulunmaktan imtina etmesi, ihmalen öldürme suçunu oluşturacaktır.
Yine bu yapıları denetlemekle yükümlü olan denetim sorumlusunun gerekli denetimi kasten yapmaması halinde de bu suç söz konusu olacaktır. Bu halde faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine on beş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hallerde ise on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.
Failin kasten değil de dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir kusurlu davranışı ile öngörülemeyecek şekilde başka bir kimsenin ölümüne sebep olması ise “Taksirle Ölüme Neden Olma” suçunu oluşturmaktadır. Bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunda ise; gerçekleştirilen kusurlu davranış ile bir kimsenin ölebileceğinin fail tarafından öngörülebilmesine fakat istenmemesine rağmen davranışın sonuçlandırılması söz konusudur. Taksirle ölüme neden olma suçu, Türk Ceza Kanunu’nun “Hayata Karşı Suçlar” bölümünde 85. maddede düzenlenmiştir:
- Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, “iki yıldan” altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
- Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi “iki yıldan” on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Taksirle yaralama suçu ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89. maddesinde şu şekilde hüküm altına alınmıştır:
- Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.
Önemle belirtmek gerekir ki; bu suçlarda cezai sorumluluğu saptarken, failin kasten ihmalinin olup olmadığı veya taksir niteliğinde bir kusurunun olup olmadığının belirlenmesi önemli arz etmektedir. Yıkılan binanın yapımında ya da binada daha sonra yapılan değişikliklerde kusurun derecesinin tespiti gerekmektedir.
Akabinde, bu kusur ile ölüme ve yaralamaya yol açılması ve deprem sonucu binanın yıkılması arasında bir nedensellik bağının bulunup bulunmadığının saptanması gerekmektedir. Zira, ceza hukuku açısından bir kimsenin sorumlu tutulabilmesi için, yapılan veya yapılmayan davranış (hareket) ile meydana gelen haksız sonuç (netice) arasında mutlaka nedensellik bağının kurulması şartı aranmaktadır.
Bu şartların müteahhidin, ilgili usta veya işçilerin veyahut denetim sorumlusunun cezai sorumluluğunun saptanması açısından da dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Nedensellik bağının bulunmadığı durumlarda ise; bireylerin cezai sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
Görüleceği üzere; deprem sonrası yıkılan binada, ihmalen öldürme veya taksirle ölüme veya taksirle yaralamaya neden olma suçları bakımından ilgililerin cezai sorumluluğuna gidebilmek mümkün olacaktır. Bu hususta mağdur olan kişilerin hukuki menfaatleri hukuk düzenimizce koruma altına alınmıştır.
Depremle İlgili Diğer İçeriklerimiz: