[rt_reading_time label="Okuma Süresi:" postfix="Dakika" postfix_singular="Dakika"]

Taraflardan Birine Tebligat Yapılmaması Durumunda Dava Süreci

Yazarlar: KERİM KOCAMAN, SEZAİ ÖZKAMALI, GÖKÇE AKSU
Taraflardan Birine Tebligat Yapılmaması Durumunda Dava Süreci

Taraflardan Birine Tebligat Yapılmaması Durumunda Dava Süreci internet ortamında en merak edilen konulardan biri, sizler için derlediğimiz makalemizde cevapları bulabilirsiniz.

Hukuki dinlenilme hakkının bir unsuru olan bilgilenme hakkının gerçekleşmesine hizmet eden bir kurum[1] olarak ele alınan tebligatlar, yargılamanın yürütülmesi için son derece önemlidir zira tarafların veya ilgililerin davada yer almaları, yapılacak veya yapılan işlemleri öğrenmeleri, bunun sonucu olarak, kendilerine tanına hakları kullanabilmeleri buna bağlıdır.[2]

Tebligat müessesi sadece adli işlemlerle de ilgili değildir. Adli işlemlerin yanında idari işlemler bakımından da söz konusu olurlar.[3] Bütün bu sebeplerden ötürü, tebligat hükümlerini düzenleyen oldukça kapsamlı Tebligat Kanunu[4] iç hukukumuzda yürürlüktedir.

Kanun’un yanı sıra tebligat mevzuatını düzenleyen Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik ve Elektronik Tebligat Yönetmeliği de Kanun ile birlikte usulüne uygun bir tebligatın nasıl yapılması gerektiğini düzenlenmiştir.

Tebligat mevzuatında belirtilen usule uygun olarak yapılmayan tebligat ise usulsüz tebligat olarak adlandırılır.[5] Ancak, bu yazının konusu olan tebligatın yokluğu ile usulsüz tebligatın birbiri ile karıştırılmaması gerekmektedir zira ikisi birbirinden oldukça farklı olgulardır. Bu iki kavramın birbirinden farkı ilerleyen kısımlarda anlatılacaktır.

Tebligat Kavramı Nedir?

Tebligatın yokluğu halinde dava sürecinin nasıl işleyeceğinin tartışılabilmesi için öncelikle tebligat kavramının ve akabinde de tebliğ yokluğunun ne demek olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Tebliğ işlemi “hukuki işlemlerin kanunda öngörüldüğü şekilde muhatabına veya muhatap adına kabule kanunen yetkili şahıslara yazılı olarak bildirimi ve bu bildirimin yapıldığının, kanunda öngörüldüğü şekilde belgelendirilmesi işlemi[6] olarak tanımlanırken; tebligatın da 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca, “hukuki işlemlerin anılan Kanunda öngörüldüğü şekilde muhatabına veya muhatap adına kabule kanunen yetkili şahıslara yazılı olarak bildirimi ve bu bildirimin yapıldığının belgelendirilmesi işlemini kapsayan gönderi türü[7] olarak tanımı yapılmıştır.

Tebliğ İşleminin Kurucu Unsurları ve Tebliğ Yokluğu

Yukarıda yer verilmiş olan iki tanımda yazılı bildirim ve belgelendirme unsurlarının ortaklığı dikkat çekmektedir. Zira bu iki unsur tebligatın kurucu unsurları olarak kabul edilmektedir.

Tebliği çıkaran merciin muhataba bildirilmesi gereken evrakın, muhataba veya onun adına tebliği kabule yetkili kişilere verilmesi sonucu bilgilendirme unsuru gerçekleşmiş olur.[8] Belgelendirme unsuru ise, yazılı bildirimin kanunda öngörüldüğü şekilde yapıldığına dair tutanağın düzenlenmesi ile gerçekleşmiş olur.[9]

Kurucu unsurlar bir hukuki işlemin varlık kazanmasını, kurulmasını veya oluşasını sağlayan olgulardır.[10] Bu tanımın lafzının da tersinden anlaşılacağı üzere kurucu unsurlardan birinin dahi eksikliğinde hukuki işlemin varlık kazanması mümkün değildir. Bu duruma ise hukukta yokluk adı verilmektedir.

Tebliğ işlemi usul hukukunu ilgilendiren bir hukuki işlem olması dolayısıyla, yazılı bildirim ve/veya belgelendirme unsurlarının eksikliği halinde tebliğ işlemi hukuken varlık kazanamayacaktır. Bu halde ortaya çıkan hukuki duruma tebliğ yokluğu adı verilmektedir.

Bu yazının konusu olan taraflardan birine tebligat yapılmaması halinde tebliğ yokluğu müessesesinden bahsedilmesi gerekmektedir. Zira taraflardan birine yetkili merci tarafından tebligatın yapılmamış olması demek, tebligatın kurucu unsurlarından en azından bilgilendirmenin eksikliği anlamına gelmektedir.

Tebliğ Yokluğunun Sonuçları Nelerdir?

Tebliğ yokluğu bir önceki başlıkta bahsedildiği üzere hukuki işlemin kurucu unsurlarının eksikliği sonucu tebliğ işleminin hukuk aleminde baştan varlık kazanamamasıdır. Yani tebliğ yokluğu halinde, tebliğ olarak nitelendirilebilecek herhangi bir hukuki işlem bulunmamaktadır.[11]

Ayrıca, taraf usul işlemlerinin karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi, işlemin karşı tarafa tebliğ edilmesine bağlıdır.[12] Bir taraf usul işlemi karşı tarafa tebliği gerektiği halde tebliğ edilmemişse, karşı taraf bakımından yok hükmündedir.[13]

Kural olarak yokluk halinde bir hukuki işlemin varlığından söz edilemeyeceğinden, bu hukuki işleme dayanılarak hak sahibi olunmasının da mümkün olmamasıdır.[14] Hak sahibi olunmamasının pratik sonucu ise tebliğ yokluğunun bir itiraz.[15] olarak ileri sürülebileceğidir.

Dolayısıyla, tebliğ yokluğu söz konusu olduğu takdirde de bu kuralın geçerli olması sonucunda Kanun’un tebliğ işlemine bağladığı hukuki sonuçlar doğmamış olacak ve bu neticeyi takiben de aslında tarafına tebliğ yapılması gereken ilgili kişi tebligatın kendisine sağlanmasında etkin rolü olan bazı haklardan mahrum kalacaktır.

Zira var olmayan bir hukuki işleme dayanılarak talepte de bulunulamaz.[16] İşte tebligatın yokluk durumu halinde ihlal edilen haklardan en önemli olanlardan birisi de hukuki dinlenilme hakkıdır.

Hukuki dinlenilme hakkı hem görülmekte olan bir davada ileri sürülen tüm iddia ve savunmaların dinlenilmesi hem de dava sonunda verilen karara karşı kanun yolunun açılması anlamındadır.[17] Bu hak ulusal mevzuatla[18] ve bizim de taraf olduğumuz uluslararası bağlayıcı belgelerle korunma altına alınmıştır.[19]

Dolayısıyla tebliğin yapılmaması yani tebliğ yokluğu halinde kendisine tebliğ yapılmamış tarafın hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Zira Yargıtay bir kararında[20] belirttiği üzere tebligatın amacı, kişiyi aleyhine açılan davadan haberdar etmek, dolayısıyla kendisini ilgilendiren yargılamadan tam olarak bilgi sahibi olmasını sağlamak, açıklamada bulunmak ve ispat hakkını kullanmasına imkan vermektir.

Yargıtay’ın bir başka kararında[21] da bahsettiği üzere savunma hakkının temelini teşkil eden hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma ilkesinin ayaklarından biridir. Bu hakkın ihlal edilmemesi için yapılan bildirimin tebligat hukukuna uygun olması gerekir.

Muhatap usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile açılan davadan zamanında ve tam olarak haberdar olur. Bu sebeple tebligat, yapıldığı tarihte yürürlükteki tebligat mevzuatına aykırı yapılmışsa, sadece tebligat hukukuna aykırı davranış söz konusu olmaz, aynı zamanda hukuki dinlenilme hakkı da ihlal edilmiş olur.

Tebliğ Yokluğu ile Usulsüz Tebliğ Arasındaki Fark Nedir?

Tebliğ yokluğu ile karıştırılmaması gereken usulsüz tebliğde ise esasında kurucu unsurları var olan bir tebliğ işleminin tebligat mevzuatında öngörülen usul şartlarının gerçekleşmemesi sonucu hükümsüz olması durumudur.

Bu kavramı biraz daha açmak gerekirse kurucu unsurları yerine getirilmiş bir tebligatın hukuki sonuç doğurabilmesi Kanun ve ilgili yönetmeliklerde düzenlenmiş olan belli bir usule tabi kılınmıştır.

Örneğin; Kanun’da tebligatın yalnızca kimler tarafından çıkarılabileceği, tebligatın yapılabileceği usuller, yer ve zaman gibi birçok husus detaylıca düzenlenmiştir. Dolayısıyla, Kanun’da öngörülen bu usule aykırı yapılan tebligatlar usulsüz tebligat olarak adlandırılır.

Yani esasında tebliğ yokluğunun aksine usulsüz tebliğde tebliğ işleminin kurucu unsurları ve dolayısıyla bir tebliğ işlemi bulunmaktadır, fakat Kanun ve yönetmeliklerde düzenlenen usule uygun değildir.[22]

Esasen tebliğ yokluğu da usulsüz tebliğ de tebliğ kanununun tebliğ işlemine bağladığı hukuki sonuçların gerçekleşmemesi sonucunu doğurur. Ancak, aralarındaki bir başka farklılık da Kanun’un 32. maddesinde ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 53. maddesinde usulsüz tebliğin bazı şartlar altında geçerlilik kazanabileceğini hükmetmiş olmasından doğar.

Bu hüküm uyarınca “tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise[23] yani muhatap bir şekilde yapılan bu tebliği öğrenmişse, tebliğ usulsüz yapılmış olsa dahi geçerlilik kazanacak ve sonuçlarını doğurabilecektir.

Oysa, tebliğ yokluğu durumunda böyle bir olasılıktan dahi bahsedilemez. Zira yokluk sonucu kendiliğinden ortaya çıkar, buna ilişkin bir beyanda bulunmaya gerek olmadığı gibi, hakimin karar vermesine veya başka yetkili bir makamın işlem yapmasına da gerek yoktur.[24]

Ayrıca, yokluk halinin daha sonradan yapılan bir işlemle veya sonradan verilen onayla düzelmesi hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla, tebliğ yokluğu söz konusu olduğu hallerde tebliğ işleminin varlığından dahi söz edilemeyeceği için herhangi bir koşulun gerçekleşmesi ile tebliğ işleminin sonuç doğurabileceği söylenemeyecektir.

Uygulamada Taraflardan Birine Tebligat Yapılmaması Sonucunda Dava Süreci Nasıl İlerler?

Yukarıdaki başlıklarda tebliğ yokluğunun ne anlama geldiği ve bu durumun yaratacağı sonuçlardan bahsedilmiştir. Bu sonuçlardan birinin hukuki dinlenilme hakkının ihlali olduğu ve hukuki dinlenilme hakkının ulusal ve uluslararası hukukta korunan temel bir hak olduğunun da üzeri çizilmiştir.

Dolayısıyla, Yargıtay da kararlarında bu hususun üzerinde durmuş ve bazı kararlarında tebligatın “davanın görülebilme koşullarından biri” olduğunu söylemiştir.[25]

Söz konusu bu kararda tebligatın usulüne uygun yapılmaması sebebiyle davalıya usulüne uygun tebligat yapılarak savunma ve delil bildirme olanağı tanınarak oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamış ve bu nedenle hükmün davalı yararına bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay bir başka kararında[26] tarafların teşkilinin dava şartlarından biri olduğunu belirtmiş ve taraflara usulüne uygun şekilde tebligat yapılmadıkça duruşmanın yapılamayacağından ve hüküm verilemeyeceğine hükmetmiştir.

Ayrıca, bir başka kararında[27] ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu‘nun 73. maddesi uyarınca taraflar usulüne uygun olarak iddia ve savunma için mahkemeye çağırılmadıkça haklarında hüküm kurulamayacağından bahsedilmiştir.

Kararda taraflara usulüne uygun tebligatın yapılmasının savunma hakkı ile sıkı sıkıya ilişkide olduğu belirtilmiş ve somut uyuşmazlığa konu olan olayda taraflardan birine usulüne uygun tebligat yapılmadığı için temyize konu hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiştir.

Bu üç karar da incelendiğinde esasında kararlarda tebliğ yokluğunun değil usulsüz tebliğin mevcudiyetinin söz konusu olduğu fark edilecektir. Ancak yukarıda da açıklandığı üzere tebliğ yokluğu usulsüz tebliğden çok daha ağır sonuçlar doğurmaktadır.

Zira usulsüz tebliğin Kanunda öngörülen koşulların gerçekleşmesi ihtimalinde geçerli tebliğ olarak sonuç doğurabilmesi mümkünken tebliğ yokluğunda böyle bir imkan söz konusu dahi değildir.

O halde, usulsüz tebliğ söz konusu olduğunda taraflar hakkında bir hüküm kurulamayacak ise tebliğ yokluğu halinde evleviyetle taraflar hakkında bir hükme varılamaz, dava temyize konu olmuşsa kararın bozulması gerekir. Zira tebligat yokluğunda da tebligatın yapılması gereken taraf hak kaybına uğrayacak ve kendisini ilgilendiren yargılama sürecinden haberdar olamayacaktır.

Uygulamada tebligatın yapılmaması durumunda dava sürecinin nasıl işlediğine yönelik bir başka örnek de doktrinde oldukça tartışmalı olan bir husustan verilebilir. Tebligat Kanunu 11. maddesinde vekil aracılığıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması öngörülmüştür. İşte bu tür işlerde tebligatın vekile değil de müvekkile yapıldığı durumlarda tebligatın hukuki niteliği doktrinde oldukça tartışılmıştır.

Bir görüş bu tebligatın usulsüz bir tebligat olacağını savunmuşken diğer bir görüş ise esasında burada tebliğ yokluğu durumunun söz konusu olduğunu ileri sürmüştür. Tebliğ yokluğunu ileri süren görüşün dayanağı ise vekil adına çıkarılmış bir tebliğ mevcut olmadığından onun adına usulsüz olan bir tebliğ söz konusu[28] olamayacağıdır. Yargıtay’ın önüne bu konuda birçok uyuşmazlık gelmiştir.

Örneğin; Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında[29] icra emri tebliğinin borçlu vekili yerine borçlu asile yapılmasının usule uygun bir tebliğ olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışılmış ve tebliğin “usulsüz” olduğuna karar verilmiş[30]; davacı/borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının da bozulmasına hükmedilmiştir.

Bir başka kararda[31] olay şu şekilde anlatılmıştır: “Direnme kararı ve davacının temyiz başvuru dilekçesi davalı asile tebliğ edilmiştir.” Bunun sonucunda; direnme kararının ve davalı-karşı davacı tarafın temyiz dilekçesinin adı geçen vekile tebliği sağlanarak; bu eksik giderildikten sonra Yargıtay’a gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır. Sonuç olarak da, dosyanın mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir.

Sonuç

Bahsedildiği üzere tebliğ yokluğu esasında bir usulsüz tebliğ durumu değildir zira tebliğ yokluğu durumunda en baştan itibaren bir tebliğ işlemi mevcut değildir.

Dolayısıyla tebliğ yokluğu hali doğrudan tarafların hukuki dinlenilme hakkını ihlal eden, tebliğ işleminin kanunla kararlaştırılmış sonuçlarının kendileri üzerinde doğmasını engelleyen bir durumdur.

Hatta tebliğ yokluğu usulsüz tebliğden öyle ağır bir durumdur ki usulsüz tebliğin bazı şartlar dahilinde usulüne uygun tebliğ sonuçlarını doğurması sağlanabilecekken tebliğ yokluğu halinde hiçbir şekilde geçerli bir tebligat söz konusu olamayacaktır.

Ayrıca yine Yargıtay kararlarında belirtildiği üzere taraflar usulüne uygun olarak iddia ve savunma için mahkemeye çağırılmadıkça haklarında hüküm kurulamayacağından ve esasında tebligatın yokluğu halinde de herhangi bir çağrılma durumu söz konusu olamayacağından ilk derece mahkemesi en baştan taraflar hakkında hüküm kurmamalıdır.

Hüküm ola ki bir şekilde kurulmuş ise usulsüz tebliğ halinde Yargıtay’dan çıkan hükmün bozulması kararlarından hareketle tebliğ yokluğunda da Yargıtay evleviyetle ilk derece mahkemesinden veya istinaftan çıkan kararları bozmalıdır.


Kaynakça & Referanslar

  • [1] ARAS Aslı, “Davada veya İcra Takibinde Usulsüz Tebligatın Re’sen Dikkate Alınması Gerekliliği”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi 158. Sayı, s. 191-211.
  • [2] PEKCANITEZ Hakan, Medeni Usul Hukuku Temel Bilgiler, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2022.
  • [3] ATALI Murat, ERMENEK İbrahim, ERDOĞAN Ersin, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2020, s. 295.
  • [4] Bundan sonraki kısımlar “Kanun” olarak adlandırılacaktır.
  • [5] ATALI Murat, ERMENEK İbrahim, ERDOĞAN Ersin, a.g.e., s. 307.
  • [6] MUŞUL Timuçin, Tebligat Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2011’den alıntı yapan GÜNEŞ Derya Belgin, “Tebliğ Yokluğu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 74, 2016.
  • [7] PTT Tebligat Hizmetleri, PTT, Bağlantı: https://www.ptt.gov.tr/Sayfalar/Posta/Tebligat.aspx
  • [8] GÜNEŞ Derya Belgin, a.g.e.
  • [9] GÜNEŞ Derya Belgin, a.g.e.
  • [10] AKİPEK Şebnem, “Tamamlayıcı Olgunun Hukuki İşleme Etkisi”, Dergipark.
  • [11] ATALI Murat, ERMENEK İbrahim, ERDOĞAN Ersin, a.g.e., s. 308.
  • [12] GÜNEŞ Derya Belgin, a.g.e.
  • [13] KARSLI Abdurrahim, Medeni Muhakeme, s. 366-367’den alıntı yapan GÜNEŞ Derya Belgin, a.g.e.
  • [14] DURAL Mustafa, SARI Suat, Türk Özel Hukuku Cilt 1 Temel Kavramlar ve Medeni Kanununun Başlangıç Hükümleri, Filiz Kitabevi, İstanbul 2020, s. 224.
  • [15] Bir hakkın doğumuna veya hakkı sona erdiren olgulara itiraz denilir. DURAL Sarı, a.g.e., s. 267.
  • [16] DURAL Mustafa, SARI Suat, a.g.e, s. 224.
  • [17] PEKCANITEZ Hakan, “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Prof. Dr. Seyfullah Edis’e Armağan, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 2000.
  • [18] Bkz. Anayasa madde 36 “İddia ve Savunma Hakkı”, Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 27 “Hukuki Dinlenilme Hakkı” (1086 Sayılı HUMK m. 73).
  • [19] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 6 “Adil Yargılanma Hakkı”.
  • [20] 2. HD., E. 2015/18196 K. 2016/10891 T. 2.6.2016.
  • [21] 3. HD., E. 2018/1393 K. 2018/5823 T. 24.5.2018.
  • [22] ATALI Murat, ERMENEK İbrahim, ERDOĞAN Ersin, a.g.e., s. 308.
  • [23] Tebligat Kanunu 32. madde.
  • [24] DURAL Mustafa, SARI Suat, a.g.e., s. 224.
  • [25]Bir davada aleyhine dava açılan davalılara usulüne uygun biçimde dava dilekçesiyle duruşma gün ve saatinin tebliğ edilip davadan haberdar edilmeleri (HUMK 213) HMK 147’inci maddesi gereği olup bu husus davanın görülebilme koşullarındadır.”, 23. HD., E. 2012/552 K. 2012/3029 T. 24.04.2012.
  • [26]Taraf teşkili; dava şartlarından olup, taraflara usulüne uygun şekilde tebligat yapılmadıkça duruşma yapılamaz, hüküm verilemez.” (Anayasa m. 36, HUMY. m. 73), 20. HD., E. 1993/3067K. 1994/4502T. 21.4.1994.
  • [27] 2. HD., E. 1994/5855 K. 1994/6458 T. 24.06.1994.
  • [28] GÜNEŞ Derya Belgin, a.g.e.
  • [29] HGK., E. 2003/442 K. 2003/445 T. 2.7.2003.
  • [30]Şu durumda, sonuç olarak İcra müdürünün icra emrinin asile çıkarılması suretiyle, anılan yasa hükümlerine aykırı işleminin varlığı açık ve vekil yerine asile yapılan bu tebli.gat da usulsüzdür.
  • [31] HGK, 14.01.2015, E. 2014/15-2343, K. 2015/530